29 Haziran 2014 Pazar

sarı saçlı ahu "wilma elles"


bir gün bir kadın girer hayatımıza… bir bakışıyla ali’yi yuvasından eden, entrikalarıyla cemileyi canından bezdiren… her hafta evimize öfkeyle de olsa konuk ettiğimiz sarı saçlı fettan kadın karolin…
kadınların kıskanarak, erkeklerin yutkunarak baktığı sarı saçlı ahu…
gün oldu “çanakkale çocuklarında”  bir anzak hemşire olarak çıktı karşımıza…gözyaşları içerisinde izlediğimiz…gün oldu ” laz vampir tirakulada” vampirin karısı elizabeth’e hayat verdi… 
 

kahireli palas’ın  gizemli kiracısı emily …fettan kadına inat geçmişinin izini süren masum bir genç kızdı bu defa …
oyunculuk onun sevdasıydı ve bu yüzden dur durak bilmeden hayat verdi daha nice karaktere…” gurbette aşk” dizisinde helga …kızıl elmada tetikçi elsa olarak çıktı karşımıza…
can verdiği karakterleri kadar ruh kattığı tasarımlarıyla da adından söz ettirir wilma elles… her rengin, her şeklin ayrı bir enerjisi ayrı bir dili olduğunu göstermek istercesine dokunur kumaşa…ve birbirinden güzel kıyafetler de tasarlar…
artık bizden biri olur bu sarı saçlı güzel kadın... gün gelir aşık olur… türkçe isim alıp aslı olmak ister keremine…
dilerim bundan sonra da canlandırdığı karakterler ve tasarımlarıyla hep göz önünde olur ve sevdiği adamla mutlu bir yuva kurar bu sarı saçlı güzel kadın…

 

iki yakışıklı lezzet ustası ;)



GABRIELE SPONZA
hazır tahtı elinin tersiyle geri çevirip, sıfırdan başlayan bir adam düşünün…
sevdası uğruna bulaşıkçılık bile yapan ama sonunda dünya mutfaklarının aranan şefleri arasına giren…
baharat kokusudur onun için hayat… bir tutam nanenin kokusuyla, bir defne yaprağıyla süsler hayatını gabriele sponza… tutkusunu yaşar bir anlamda… aşkla dokunur yemeğe…ve yaptığı programla dünya mutfağından farklı lezzetleri sunar sevenlerine…

MAKSUT AŞKAR
“her şey renkle, her şey çocuklukla başlar” der maksut aşkar…
yaptığı her yemekte çocukluğuna dokunur bir anlamda…
babaannesinin kekik kokan mutfağından dünyanın en zengin mutfaklarına uzanır onun hikayesi…
yemek yapmak onun için sadece bir eylem değil sanattır aynı zamanda… bu yüzdendir kendini “ lezzet tasarımcısı”  olarak adlandırması…rutinlere takılmaz… hayat deneyseldir…yemek de öyle… bu yüzden türk mutfağının ana malzemelerini birleştirir ve ortaya sürprizlerle dolu,hiç denenmemiş lezzetler çıkarır…
öyle ki her yemek ayrı bir şölendir…

 

dizi müziklerine "intizarca" dokunuş


her gün evlerimize konuk ettiğimiz bin bir gece masalları, diziler...sıkıntımızdan kederimizden bir an olsun uzaklaştığımız kalkanlarımız... aşklarına sığındığımız limanlarımız... ve bu büyülü dünyanın buğulu sesleri...  



sözleri, ezgileriyle anlam katar intizar dizilere... bir dakikada yazar ıhlamurlar altında’nın sözlerini... yılmaz olur, filiz gibi sever... sesiyle hayat verir... bir şarkıda anlatır yılmaz’la filiz’in aşkını... bir başka dizide hırçın asi’nin demir’e olan aşkını haykırır  “aklın karasında”...

“bu gül dalı eğilmez” der hanımın çiftliğinde... güllü ve muzafferin geç gelen ve çabuk yiten sevgisini anlatırken...

 
iffet ve cemil’in bir türlü kavuşamayan sevdasına “büyük insan” ile isyan eder...

her dizide sözleriyle onlarca karakteri anlatır... onun besteleri en kuytu köşemizde sakladığımız bizden olan tüm duyguların en yalın tercümanı... intizarca dokunur, intizarca söyler şarkılarını...

 

 

tanıdıkça sevilen naif kadın "eda taşpınar"


yunan tanrıçalarını bile kıskandıran fiziği, avrupai duruşuna rağmen gözlerindeki akdeniz sıcaklığıyla girdiği her ortamda tüm dikkatleri üzerinde toplayacak kadar alımlı bir kadın…eda taşpınar…

köklü bir ailenin iki çocuğundan biri olarak istanbulda dünyaya gelir… annesinden gelen iskandinav soğukluğuyla babasının anadolu sıcağını kombinler duruşunda… yurdun dört bir yanını atatürk heykelleriyle süsleyen büyük dedesi ünlü heykeltraş kenan yontunç gibi kendisi de daha çocuk yaşlardan şekil verir çamura… ama onun sanatçı bakışı zamanla daha da yön değiştirir ve eğitimini londra’da moda üzerine yapar… büyükannesinin sandığından çıkardığı kıyafetleri bile modernle buluşturur…
günün birinde ikoncan kavramını yerleştirir hayatımıza... anlamını bilmediğimiz kelime onunla anlam kazanır… tasarımını yaptığı aksesuar ve ayakkabıların yanı sıra giyim tarzı, bronz teni, kusursuz bacakları ve kıskandıran saçlarıyla kendi markasını yaratır  eda taşpınar...
hafızalara kazınan kusursuz bronz teni gün gelir ilham verir ve kendi şirketini kurar güzel kadın…
 o huzurunda ve dinginliğinde annesinin naifliğini, gözlerinde babasının sıcaklığını, azminde dedesinin kararlılığını barındıran özel bir kadın…

 

"kocan kadar konuş" şebnem burcuoğlu


sol yanağı gamzeli kadın… on parmağında on marifet… köşe yazar, salsa yapar, fotoğraf çeker, yöneticilik yapar ve tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de kitap yazar… “kocan kadar konuş” der ve efsun’un toplumsal trajedisini komediye dönüştürerek kaleme alır… aslında gizliden gizliye tüm efsun’lara çevirir aynayı…
ve  tüm marifetleriyle erkek dünyasına kafa tutar… güzel, alımlı, akıllı, neşeli ve hepsinden özeli yanağı gamzeli şebnem burcuoğlu…

 

bir muhteşem kadın... "yeşim ceren bozoğlu"


 o kadının en güzel hali… insanın öfkesi, kederi, neşesi, kötülüğü, merhameti, korkusu, komedisi, kahkahası kısaca hayatın bin bir rengi… 

ankara’da dünyaya gelir yeşim ceren bozoğlu ama aslen macar kökenlidir… taa saraya uzanır onun geçmişi… büyük dedelerinin isimleri  hem osmanlı’da hem cumhuriyet döneminde tarihe altın harflerle yazılır… büyük büyük dedesi sadrazam ali paşa nam-ı diğer çorlulu ali paşa, diğer dedesi ise türkiyenin ilk yerli otomobili “devrim arabaları”nın baş mühendisi emin bozoğlu’dur… politikanın birinci gündem maddesi olduğu, bakan ve milletvekillerinin yoğunlukta bulunduğu bozoğlu ailesinin ayrık otudur o… daha çocuk yaşlarda gönlünü oyunculuğa kaptırır… onun kemalettin tuğcu’ları vardır... mahalle esnafına tek tek oynar roman karakterlerini… her bir esnafa başka bir roman… öyle ki annesi utanır kızının adını başka başka bilen esnaftan… aldığı ev hapisleri, yalnız dışarı çıkamama cezaları da yıldıramaz ve gün gelir hikaye anlatmayı daha iyi öğrenmek için gider okula… 9 eylül üniversitesinde aldığı oyunculuk eğitiminden sonra artık diplomalı hikaye anlatıcısıdır…

minik roller, dublajla başlayan oyunculuk serüveninde kısa sürede söylediği replikler çoğaltılır, onun adına karakterler yazılır…  tekrara düşmekten haz etmez yeşim ceren ve her anlattığı hikaye başka tatlar bırakır seyircinin damağında…. kalem kalem sayılamayacak kadar çok karaktere hayat verir güzel oyuncu ama bazıları vardır ki yıllar geçse de unutulmaz, zaman zaman çıkarır sevenleri sandıktan bu karakterleri… “yediyepe istanbul”daki nilgünün naif tavrı, “gülbeyaz”daki karadeniz kadınının en güzel anlatımı meryem, “aldırma gönül” deki deli bozuk petek gibi, “ateşin düştüğü yer” deki kızını töreye kurban veren hatice, “dedi deli olma”daki güldene de yer eder seyircinin gönlüne… ama onu “geniş aile” deki domuşuk sevim, “doktorlar” daki gestapo doktor fikret, alıp zirveye taşır… ve şimdi de “o hayat benim” dizisindeki nuran karakteriyle çıkar karşımıza… öyle ki nuran karakteriyle bir kötünün ancak bu kadar iyi oynanabileceğini gösterir izleyiciye… onun için oyunculuğun sihirli anahtarıdır bu…izleyiciyi oynadığın role inandırmak ve o rolü gerçekmiş gibi yaşatmaktır aslolan…

kendi anlattığı hikayelerle yetinmez ve gençlere de hikaye anlatmayı öğretebilmek için kendi oyunculuk atölyesini açar…

o modern çağın masalcısı… dileriz ki nefes aldığı sürece hayatındaki ışıklar hiç sönmesin ve perde hiç kapanmasın… üç, iki bir kayıt… ve yeşim ceren bozoğlu…


20 Mayıs 2014 Salı

Maden Şehidi İdris Duran’ın ardından…


18 yılını vermişti İbrahim bey madene… iki oğlu da kendisi gibi madende çalışıyordu...

İdris 25, kardeşi 23 yaşında... kardeşiyle aynı vardiyada, madendeydi İdris...

-----

İki kardeş beraber kaldı facianın tam da ortasında.... ama kardeşi kadar şanslı olamadı İdris...

------

Babası; "Soma bizim kaderimiz, mecburen madende çalışmaya devam edeceğiz." derken diğer oğlunu da kadere kurban vermemek için usul usul ağlıyordu.

----

Daha yeni evlenmişti İdris Ayşegül'üyle ....

9 ay önce kucağına almıştı evladını....

gülüm derdi, Ayşegül’üne… doya doya koklayamadan sevdiğini, doyasıya sarılamadan evladına, daldı ebedi uykusuna İdris...

geride gül kokusunu ve Ayşegül'ün feryatlarını bırakarak....

 

İki kardeş, ortak kader....


Evlatlarına bile miras bıraktıkları zorlu kaderleri Soma'da ki maden faciasında yine çıktı karşılarına...

------

Murat beyin bakışlarında madende yaşadıkları ve geride bıraktığı arkadaşları vardı... an an anlattı aklından hiç çıkmayan zamanları...Zifiri karanlıkta yakardı Allah'a ,"Rabbim nişanlı kızımı evlendirmeden alma canımı" diye...

-----

Mevlüt bey madenden çıkar çıkmaz diğer yarısını, abisini aradı gözleri....kara düşünceler yumru gibi oturdu boğazına...

----

Ama şans bu sefer onlardan yanaydı... onlar madende şansın güldüğü bir avuç isimden sadece ikisi...

Murat ve Mevlüt Kılıçaslan...

 

 

SOMA'dan geriye kalan hikayeler...


Gecenin maden karasında ziyaret ettik Soma’daki hastaneyi… Bahadır’ın yaşadıklarına kulak verdik.

Bir gün önce bitmişti Bahadır’ın vardiyası ama acı haberi alır almaz koştu arkadaşlarına… bir umut belki çare olabilirdi…Gözündeki uykuyu söndürüp tek tek yetişmeye çalışıyordu madendeki akrabalarına, arkadaşlarına…Yüzlerce arkadaşının cansız bedeni geçmişti yanı başından… dayısının oğlunu da almıştı siyah ölüm…Gücü daha fazlasına elvermedi… zehirli gaz ciğerlerine sirayet ettiğinde son anda yetiştirdiler hastaneye… Anacığı başucunda, oğlunun bitap düşen ayaklarını ovuyor ve içten içe Rabbine dua ediyordu,  oğlunu kendisine bağışladığı için…Annesinin yüzündeki endişe, Bahadır’ın arkadaşlarını anımsadığı anki hüznüne karışıyordu bir anda…

Bahadır yüzündeki acıyla yaşananları tek cümleyle özetliyordu… "bir nefes…bitti"…