Sabır sınavı verdiğim günlerden geçiyorum.
Sabrının öyle çok sebebi var ki. Kendime saygımı, sevgimi yitirmemek için sabrediyorum. Duygularıma hürmetimi bitirmemek için sabrediyorum. Geçmişime inancımı kaybetmemek için sabrediyorum. Değer verdiğim, gönül tahtıma oturduğum insana saygımı yitirmemek için sabrediyorum. Zarafetle yaşadığım güzellikleri asaletle geçmişe teslim etmek ve hoş bir anı olarak dönüp hatırlayabilmek için sabrediyorum. Hala insanların yüreğinde iyilik kalabileceğine inancımdan sabrediyorum. Onca güzel sözün bir yalan olamayacağına çocukça bağlılığımdan sabrediyorum. Bir sınavdan geçtiğimi düşündüğüm için sabrediyorum. Yaradanın büyüklüğüne sığındığımdan sabrediyorum. Güzel gunlerin her zaman karanlığın ardından geldiğini bildiğimden sabrediyorum.
Gücüm tükendi ama sabrediyorum. Bir gün benim de bir ana babanın evladı olduğumu birileri hatırlasın diye sabrediyorum.
Güzel yaşadım, güzel hatırlamak için sabrediyorum.
Çünkü "Sabır, bilgeliğin arkadaşıdır."
4 Mart 2019 Pazartesi
1 Mart 2019 Cuma
Görünenler sadece bir yanılsamadan ibaret. Gerçek senin içinde. En derinlerinde. Yönünü kaybetme. Rehberin sadece kalbin olsun. Çünkü o seni hesapsız kitapsız, hiçbir strateji yapmadan gerçek doğruya ulaştıracak tek rehber.
Keşke olmaz kalbinin rotasında. Hep iyi kiler çıkar yol tabelalarında. Keşke dediğin an, hesap yapmaya başladığın ve kalbine uzaklaştığın andır.
Her şeyin bir sebebi, herkesin bir görevi vardır hayatta. Kimi sevmeyi, kimi doğru sevmeyi öğretir. Kimi de zamanında ettiğin koca koca lafların nasıl ayağına dolaşacağını gösterir. Acının kıyası olmaz. Aşk acısı, ölüm acısıyla kıyas kabul etmez. Her acı zamanının en büyüğüdür.
Dert yarıştırmak ne büyük yanılgıdır şu hayatta. Onu çekene sormak lazım büyüklüğünü. Ama sabah oluyor, ama yaz geliyor, ama kızgın güneşin ardından yağmur da yağıyor... yeter ki unutma. Yeter ki zamana güven. Sabır ve zaman en yüce öğretmen. Sabret, şükret, zamana güven. O en doğru senaryoyu yazar sonunda.
Keşke olmaz kalbinin rotasında. Hep iyi kiler çıkar yol tabelalarında. Keşke dediğin an, hesap yapmaya başladığın ve kalbine uzaklaştığın andır.
Her şeyin bir sebebi, herkesin bir görevi vardır hayatta. Kimi sevmeyi, kimi doğru sevmeyi öğretir. Kimi de zamanında ettiğin koca koca lafların nasıl ayağına dolaşacağını gösterir. Acının kıyası olmaz. Aşk acısı, ölüm acısıyla kıyas kabul etmez. Her acı zamanının en büyüğüdür.
Dert yarıştırmak ne büyük yanılgıdır şu hayatta. Onu çekene sormak lazım büyüklüğünü. Ama sabah oluyor, ama yaz geliyor, ama kızgın güneşin ardından yağmur da yağıyor... yeter ki unutma. Yeter ki zamana güven. Sabır ve zaman en yüce öğretmen. Sabret, şükret, zamana güven. O en doğru senaryoyu yazar sonunda.
26 Şubat 2019 Salı
İnsan kendini yüzlerce kez doğurur...
Şimdi bu da nereden çıktı demeyin. Birazdan bana hak vereceksiniz.
Bir düşünün ilk hayal kırıklığınızı, ilk aşk acınızı, ilk kaybınızı, ilk ölüm acısını ve daha bu acı beni bitirecek dediginiz içinizi kavuran tüm yangınları. Her gün yeniden uyanmadık mı? Her gün iyi ya da kötü güne yeniden başlamadık mı? Her gün bir önceki dertlerimizin yerini yepyeni, kimi daha şiddetli kimi daha hafif yeni sıkıntılar, yeni yenilgiler, yeni acılar, yeni hayal kırıklıkları almadı mı?
Ne oldu bittik mi? Yoksa güçlenerek yola devam mı ettik? Tabii ki ikincisi.
Yeryüzünde insana bahşedilen en muazzam özellik hiç şüphesiz ki "unutmak"...
Sardık yaralarımızı, kaldırdık başımızı, çevirdik uçsuz bucaksız gökyüzüne ve unuttuk geçmişi. Yeni mutlulukların, daha güzel hayallerin peşine takıldık, yeni insanlar tanıdık, yeni aşklar, yeni hayal kırıklıkları yaşadık, yine düştük ve yine doğrulduk. Ama her seferinde unuttuk geçmişte kalanları.
Unuturken ders de çıkardık geçmiş kara günlerden ama her yenilginin ardından bir kez daha doğurduk kendimizi.
Bizim içimizde yüzlerce biz var. Her şeyi unutup bunu asla aklımızdan çıkarmayalım.
Her seferinde yeniden doğuralım kendimizi, inancımızı, hayallerimizi.
Her düştüğümüzde bir kez daha ve daha sağlam kalkalım ayağa.
Unutmayalım; biz kendimizi yeniden doğurmazsak cenazemizin üzerinde tepinmeye hevesli çok akbaba var hayatta.
Önce kendimiz sonra da bizi bizim kadar sevenlerimiz için milyonlarca kez doğuralım kendimizi.
Her doğum sancılıdır ama her yeni doğan da mucizedir bunu da asla unutmayalım.
Şimdi bu da nereden çıktı demeyin. Birazdan bana hak vereceksiniz.
Bir düşünün ilk hayal kırıklığınızı, ilk aşk acınızı, ilk kaybınızı, ilk ölüm acısını ve daha bu acı beni bitirecek dediginiz içinizi kavuran tüm yangınları. Her gün yeniden uyanmadık mı? Her gün iyi ya da kötü güne yeniden başlamadık mı? Her gün bir önceki dertlerimizin yerini yepyeni, kimi daha şiddetli kimi daha hafif yeni sıkıntılar, yeni yenilgiler, yeni acılar, yeni hayal kırıklıkları almadı mı?
Ne oldu bittik mi? Yoksa güçlenerek yola devam mı ettik? Tabii ki ikincisi.
Yeryüzünde insana bahşedilen en muazzam özellik hiç şüphesiz ki "unutmak"...
Sardık yaralarımızı, kaldırdık başımızı, çevirdik uçsuz bucaksız gökyüzüne ve unuttuk geçmişi. Yeni mutlulukların, daha güzel hayallerin peşine takıldık, yeni insanlar tanıdık, yeni aşklar, yeni hayal kırıklıkları yaşadık, yine düştük ve yine doğrulduk. Ama her seferinde unuttuk geçmişte kalanları.
Unuturken ders de çıkardık geçmiş kara günlerden ama her yenilginin ardından bir kez daha doğurduk kendimizi.
Bizim içimizde yüzlerce biz var. Her şeyi unutup bunu asla aklımızdan çıkarmayalım.
Her seferinde yeniden doğuralım kendimizi, inancımızı, hayallerimizi.
Her düştüğümüzde bir kez daha ve daha sağlam kalkalım ayağa.
Unutmayalım; biz kendimizi yeniden doğurmazsak cenazemizin üzerinde tepinmeye hevesli çok akbaba var hayatta.
Önce kendimiz sonra da bizi bizim kadar sevenlerimiz için milyonlarca kez doğuralım kendimizi.
Her doğum sancılıdır ama her yeni doğan da mucizedir bunu da asla unutmayalım.
Yaşamak direnmektir...
Her gün tekrar tekrar hatırlatır hayat "direnmek" gerektiğini. Zorluklara, haksızlıklara, sığlıklara, duygu istismarcılarına, ruh tecavüzcülerine ve daha milyonlarca şeye direnmek.
Gücümüzün tükendiği noktada, içimize yönelip o küçücük çocuğun saflığına, hesapsızlığına sığınıp yeniden toparlarız gücümüzü.
Bazen bir şarkı, bazen bir koku, bazen yumuşacık bir ses, bazen dost bir dokunuş, bazen bir çocuğun gözündeki ışık kuvvetlendirir direncimizi.
Düşman, her an kolgezer etrafımızda, en zayıf noktamızdan vurup kırmak için direncimizi.
Ama aldığımız her solukta düşüp yeni baştan başlarız.
Insan olmak sanatı böyle bir şey.
Mutluluğu kucakladığımız gibi sıkıntıları da ne yapar eder sırtlarız ve en uygun durakta, şartları oluşturup bırakırız sırtımızdaki dert yüklü çuvalı.
Böyle böyle büyürüz, böyle böyle kabuğumuz kalınlaşır, yüklerden arındıkça sarılırız içimizdeki çocuğa.
Elbette sarsılırız. Ama her sarsıntı taşları daha da yerli yerine oturtur. Düzlüğe çevirir hayatımızı.
İşte bu yüzden "umut" var hayatta.
Umudun tükendiği noktada artık yasayan bir ölüdür insanoğlu.
Yaşamak direnmektir gücümüzün en azami sınırına kadar.
Direnelim ki bize bahşedilen eşsiz hediyenin tadını her gün daha bir şevkle yasayalım.
"Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat sunulmuş bir armağandır insana"
Her gün tekrar tekrar hatırlatır hayat "direnmek" gerektiğini. Zorluklara, haksızlıklara, sığlıklara, duygu istismarcılarına, ruh tecavüzcülerine ve daha milyonlarca şeye direnmek.
Gücümüzün tükendiği noktada, içimize yönelip o küçücük çocuğun saflığına, hesapsızlığına sığınıp yeniden toparlarız gücümüzü.
Bazen bir şarkı, bazen bir koku, bazen yumuşacık bir ses, bazen dost bir dokunuş, bazen bir çocuğun gözündeki ışık kuvvetlendirir direncimizi.
Düşman, her an kolgezer etrafımızda, en zayıf noktamızdan vurup kırmak için direncimizi.
Ama aldığımız her solukta düşüp yeni baştan başlarız.
Insan olmak sanatı böyle bir şey.
Mutluluğu kucakladığımız gibi sıkıntıları da ne yapar eder sırtlarız ve en uygun durakta, şartları oluşturup bırakırız sırtımızdaki dert yüklü çuvalı.
Böyle böyle büyürüz, böyle böyle kabuğumuz kalınlaşır, yüklerden arındıkça sarılırız içimizdeki çocuğa.
Elbette sarsılırız. Ama her sarsıntı taşları daha da yerli yerine oturtur. Düzlüğe çevirir hayatımızı.
İşte bu yüzden "umut" var hayatta.
Umudun tükendiği noktada artık yasayan bir ölüdür insanoğlu.
Yaşamak direnmektir gücümüzün en azami sınırına kadar.
Direnelim ki bize bahşedilen eşsiz hediyenin tadını her gün daha bir şevkle yasayalım.
"Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat sunulmuş bir armağandır insana"
24 Şubat 2019 Pazar
Kadın ve erkeğin ilişkiye yaklaşım farkı
İnsanlık tarihi varolduğu günden beri üzerine en çok kafa yorulan konu belki de Aşk.
Ve ilişki içerisinde kadının ve erkeğin durduğu nokta.
Hepimiz zamanın birinde muhakkak sormuşuzdur şu soruları kendimize; sorun nerede? Ben çok severken neden sevgim yeterince karşılık bulmuyor? Ve en önemli soru; güzel başlayan ilişkimizde ne değişti de bugün bu noktaya geldik?
Aslında değişen hiçbir şey yok. Aslında kadın da erkek de kendi doğasının gereğini yapıyor.
Sadece kadının ve erkeğin ilişkiye başlama dinamikleri farklı hepsi bu.
Kadın, her zaman sıfır puanla yola çıkıyor. Erkekse, merakı, arzusu, tutkularından dolayı daha yolun başında 100 puanı cebe atıyor.
Kadın, toplumun dayatmasıyla seçilen erkekse seçen taraf her zaman.
Hani şu değişmez kural varya; ilk hamle erkekten gelir. Işte bu kural erkeği kafadan 1-0 öne taşıyor.
Yani şöyle de diyebiliriz. Erkek avcı, kadın ise av.
Bu kötü bir benzetme belkide fakat gerçek bu maalesef.
Şimdi gelelim kadının sıfır ile, erkeğin de 100 ile yola çıkma meselesine.
Erkek, kadını görür, beğenir, merak eder, iz sürer, etkilenir, zamanla tutkusu artar... ve sonunda bir şekilde açık kapıdan sızar kadının gönlüne. Hele kadın o sevgiye hasretse vay haline. Açar kapılarını. Aslında ona da iyi gelir bu ilgi, alaka. Erkek elindeki tüm cephaneyi yığar kadının önüne; onu nasıl fark ettiğini, neleri merak ettiğini, kadının nelerinden etkilendiğini, ona ulaşmak için nasıl iz sürdüğünü, onu nasıl tutkuyla istediğini ve daha bir çok mermiyi koyar masaya. Yani kafadan 100'lük performansla döndürür kadının başını.
Kadın şaşkın, kendisini bunca merak eden adamın etki alanına girmiştir artık. Elde sadece koca bir sıfırla başlayan kadın 10 puanı erkeğin tüm bu cephaneleri karşısında süngüsünü indirerek verir.
Sonra kadın da merak etmeye başlar. Tanıma dürtüsüyle başlayan süreç kadını yavaş yavaş içine alır. Ve tanıdıkça, her güzel jestini gördükçe puan hanesine birer ikişer puan daha ekler.
Erkeğin zaafları, gözyaşı, başarısı, şefkati, ilgisi, güzel sözleri, sıcak dokunuşu derken liste uzar gider. Ve bu arada kadının puan tablosu giderek kabarır. Onu daha çok sevmek için kendisine bahaneler üretmeye başladığı noktada bir bakmışsın ki puan 100'ü vurmuş. Ve kadın avdır artık. Yani aşıktır.
Erkek mi? Tabii ki tutkusu, merakı günden güne karşılık buldukça puan hanesi yavaş yavaş inmeye başlar. Bir de elde ettiyse ve kadının gizli yanlarına da haiz olduysa bir bakmışsın puan hanesinde sıfır çanı çalıyor. Geriye ne mi kaldı. Tabii ki yeni merakların, tutkuların, arzuların peşine takılmak. Geride ne mi bıraktı? Enkaz yığını... Avcı görevini tamamlamanın huzuruyla yeni avına doğru yol alırken, av, kalan son nefeslerini idareli kullanmak için kesik kesik solumaya başlar. Ve soluk bir yerde biter.
Tabii ki her aşk bu kadar acımasız değil... ondandır insanın hala aşka olan inancı.
İnandığımız ve karşılığını bulduğumuz aşkların gölgesinde soluklanmak ümidiyle yasayalım.
"Karartmayalım yeter ku sol mememizin altındaki cevahiri."*
*Nazım hikmet alıntı.
İnsanlık tarihi varolduğu günden beri üzerine en çok kafa yorulan konu belki de Aşk.
Ve ilişki içerisinde kadının ve erkeğin durduğu nokta.
Hepimiz zamanın birinde muhakkak sormuşuzdur şu soruları kendimize; sorun nerede? Ben çok severken neden sevgim yeterince karşılık bulmuyor? Ve en önemli soru; güzel başlayan ilişkimizde ne değişti de bugün bu noktaya geldik?
Aslında değişen hiçbir şey yok. Aslında kadın da erkek de kendi doğasının gereğini yapıyor.
Sadece kadının ve erkeğin ilişkiye başlama dinamikleri farklı hepsi bu.
Kadın, her zaman sıfır puanla yola çıkıyor. Erkekse, merakı, arzusu, tutkularından dolayı daha yolun başında 100 puanı cebe atıyor.
Kadın, toplumun dayatmasıyla seçilen erkekse seçen taraf her zaman.
Hani şu değişmez kural varya; ilk hamle erkekten gelir. Işte bu kural erkeği kafadan 1-0 öne taşıyor.
Yani şöyle de diyebiliriz. Erkek avcı, kadın ise av.
Bu kötü bir benzetme belkide fakat gerçek bu maalesef.
Şimdi gelelim kadının sıfır ile, erkeğin de 100 ile yola çıkma meselesine.
Erkek, kadını görür, beğenir, merak eder, iz sürer, etkilenir, zamanla tutkusu artar... ve sonunda bir şekilde açık kapıdan sızar kadının gönlüne. Hele kadın o sevgiye hasretse vay haline. Açar kapılarını. Aslında ona da iyi gelir bu ilgi, alaka. Erkek elindeki tüm cephaneyi yığar kadının önüne; onu nasıl fark ettiğini, neleri merak ettiğini, kadının nelerinden etkilendiğini, ona ulaşmak için nasıl iz sürdüğünü, onu nasıl tutkuyla istediğini ve daha bir çok mermiyi koyar masaya. Yani kafadan 100'lük performansla döndürür kadının başını.
Kadın şaşkın, kendisini bunca merak eden adamın etki alanına girmiştir artık. Elde sadece koca bir sıfırla başlayan kadın 10 puanı erkeğin tüm bu cephaneleri karşısında süngüsünü indirerek verir.
Sonra kadın da merak etmeye başlar. Tanıma dürtüsüyle başlayan süreç kadını yavaş yavaş içine alır. Ve tanıdıkça, her güzel jestini gördükçe puan hanesine birer ikişer puan daha ekler.
Erkeğin zaafları, gözyaşı, başarısı, şefkati, ilgisi, güzel sözleri, sıcak dokunuşu derken liste uzar gider. Ve bu arada kadının puan tablosu giderek kabarır. Onu daha çok sevmek için kendisine bahaneler üretmeye başladığı noktada bir bakmışsın ki puan 100'ü vurmuş. Ve kadın avdır artık. Yani aşıktır.
Erkek mi? Tabii ki tutkusu, merakı günden güne karşılık buldukça puan hanesi yavaş yavaş inmeye başlar. Bir de elde ettiyse ve kadının gizli yanlarına da haiz olduysa bir bakmışsın puan hanesinde sıfır çanı çalıyor. Geriye ne mi kaldı. Tabii ki yeni merakların, tutkuların, arzuların peşine takılmak. Geride ne mi bıraktı? Enkaz yığını... Avcı görevini tamamlamanın huzuruyla yeni avına doğru yol alırken, av, kalan son nefeslerini idareli kullanmak için kesik kesik solumaya başlar. Ve soluk bir yerde biter.
Tabii ki her aşk bu kadar acımasız değil... ondandır insanın hala aşka olan inancı.
İnandığımız ve karşılığını bulduğumuz aşkların gölgesinde soluklanmak ümidiyle yasayalım.
"Karartmayalım yeter ku sol mememizin altındaki cevahiri."*
*Nazım hikmet alıntı.
23 Şubat 2019 Cumartesi
Öğrenmek lazım;
severken gitmeyi, ağlarken gülmeyi, acırken ayakta durmayı, unuttuğun değerini yeniden ve daha şiddetle hatırlamayı, gidenleri affetmeyi, zamanın nasıl etkili ve şifalı bir ilaç olduğunu, her sonun yeni başlangıçlar müjdelediğini, anılara sahip çıkmayı, sevdiğin için utanmak yerine sevgiyi bir madalya gibi göğsünde gururla taşımayı, insanların asla değişmeyeceğini, sevmek için illâ iki kişiye ihtiyaç olmadığını, önce kendine iyi gelmeyi, kırılmamayı, yoldaki her zorluğun aslında sana bir gün hediyeler sunacağını, yolu yürürken ve yol bittiğinde asla keşke dememeyi, bitenleri saygıyla geçmişe teslim etmeyi, yaralarını senden başka kimsenin saramayacğını, hayattaki en büyük değerlerinin varoluşundan itibaren yanında olanlar olduğunu, ailenin önüne hiçbir insan evladının geçemeyeceğini ve her acının bir süresi olduğunu...
Zamana güvenmek gerektiğini öğrenmek ve asla unutmamak lazım.
severken gitmeyi, ağlarken gülmeyi, acırken ayakta durmayı, unuttuğun değerini yeniden ve daha şiddetle hatırlamayı, gidenleri affetmeyi, zamanın nasıl etkili ve şifalı bir ilaç olduğunu, her sonun yeni başlangıçlar müjdelediğini, anılara sahip çıkmayı, sevdiğin için utanmak yerine sevgiyi bir madalya gibi göğsünde gururla taşımayı, insanların asla değişmeyeceğini, sevmek için illâ iki kişiye ihtiyaç olmadığını, önce kendine iyi gelmeyi, kırılmamayı, yoldaki her zorluğun aslında sana bir gün hediyeler sunacağını, yolu yürürken ve yol bittiğinde asla keşke dememeyi, bitenleri saygıyla geçmişe teslim etmeyi, yaralarını senden başka kimsenin saramayacğını, hayattaki en büyük değerlerinin varoluşundan itibaren yanında olanlar olduğunu, ailenin önüne hiçbir insan evladının geçemeyeceğini ve her acının bir süresi olduğunu...
Zamana güvenmek gerektiğini öğrenmek ve asla unutmamak lazım.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)